Son yıllarda Avrupa’nın siyaset sahnesinde dikkat çeken bir değişim var: Milliyetçilik yükselişte.
Fransa’da Le Pen, Almanya’da AfD, Hollanda’da Wilders gibi isimler ve partiler toplumların kimlik, güvenlik ve aidiyet arayışlarını arkasına alarak yükseliyor. Ekonomik belirsizlikler, göç dalgaları ve kültürel kimlik krizleri, Avrupa’nın merkezinden taşra mahallelerine kadar geniş bir kesimi milliyetçi söylemlere yaklaştırıyor. Peki bu dalga, yani “sümbül gibi kokan ama temas ettiği her şeyi dönüştüren” milliyetçi rüzgar, Türkiye’yi de etkiler mi? Türkiye zaten tarihsel olarak milliyetçi damarların güçlü olduğu bir ülke. Ancak bu damarın güncel siyasetteki karşılığı artık daha karmaşık ve katmanlı.
AK Parti’nin 2000’li yılların başında çıktığı yol, muhafazakâr demokrat bir çizgiyi işaret ediyordu. Ekonomi odaklı, AB sürecini savunan, daha kapsayıcı bir dilden bahsediliyordu. Ancak zamanla bu çizgi, özellikle Gezi Olayları, 15 Temmuz darbe girişimi ve dış politikadaki gelişmelerle birlikte değişti. Parti daha içe kapanık, milliyetçi ve güvenlik odaklı bir söylemi benimsedi. MHP ile kurulan Cumhur İttifakı, bu dönüşümün kurumsal zemini oldu. Ancak bu yeni rota AK Parti için sürdürülebilir bir politik zemin yaratmadı. Söylemlerdeki çelişkiler, genç kuşağın değerleriyle uyumsuzluk ve ekonomik krizler, partinin halk nezdindeki eski karşılığını zayıflattı. Eskiden reform ve açılım kelimeleriyle anılan AK Parti, artık “yerli ve milli” retoriğine sıkışmış bir iktidar partisine dönüştü.
MHP ise uzun yıllar boyunca Türkiye’de milliyetçiliğin ana damarı olarak görüldü. Fakat söylem ve eylem arasındaki fark, özellikle genç seçmen için ciddi bir güven kaybı yarattı. Başkanlık sistemine karşı çıkarken ardından desteklemesi, devletin kritik meselelerinde ses çıkarmaması, bazı kesimler tarafından “devletçi olmakla halktan kopmak” arasında kalmak olarak yorumlandı. Üniversitelerdeki ülkücü gençliğin bir kısmı ise bu çelişkileri sorgulamaya başladı. Bozkurt işaretinin artık ironik bir sembol haline gelmesi, bu yabancılaşmanın dışavurumlarından biri.
CHP ise son dönemde genç seçmene ulaşmak adına yeni stratejiler geliştirdi. YouTube yayınları, influencer iş birlikleri, genç adaylar… Ancak bu strateji özellikle milliyetçi değerlerle büyümüş gençlerde beklenen karşılığı yaratmadı. “Gençlerin sesini dinliyoruz” söylemi, kültürel değerlerin yok sayıldığı bir zeminle birleşince inandırıcılığını kaybetti. Üniversite kulüplerinde, sosyal medya mecralarında kendilerini milliyetçi olarak tanımlayan gençler, CHP’nin bu “zoraki gençlik flörtü”nü samimiyetsiz buldu. CHP bu kitleyi kazanmak yerine daha da uzaklaştırdı.
Bir dönem bu boşluğu doldurması beklenen İYİ Parti ise ilk çıkışında umut vaad eden bir profil çizdi. Merkez sağ, kadın lider, MHP’den kopuş… Bunlar genç milliyetçiler için alternatif bir yoldu. Ancak partinin çizgisini netleştirememesi, iç çekişmeler ve lider merkezli yapı, gençlerin zihninde “yeni bir MHP vakası mı?” sorusunu doğurdu. Geri çekilmeler, ayrışmalar, söylem tutarsızlıkları; gençlerin partiden uzaklaşmasına neden oldu. Özellikle üniversite çağındaki gençler, bir kimlik krizi yaşayan partiye güvenmekte zorlandı.
Peki yeni milliyetçi damar nerede ve kimde hayat buluyor? Burada iki farklı yönelim ortaya çıkıyor. İlki, daha seküler, şehirli, kültürel aidiyete dayalı, kimlik bilinci yüksek ama radikalleşmeyen bir çizgi. İkincisi ise özellikle göçmen meselesi üzerinden şekillenen, daha reaksiyoner, daha sert bir tavır alan milliyetçilik. Zafer Partisi, bu ikinci damarın siyasi karşılığı olarak ön plana çıkıyor. Sert söylemler, net pozisyonlar, gençlerin dijital dünyasında hızlıca karşılık buluyor. Ancak bu dilin toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmesi ve yapıcı politikalar sunamaması bir handikap. Buna rağmen, birçok genç, “en azından ne dediklerini anlıyoruz” diyerek bu çizgiye yaklaşıyor.
Öte yandan sosyal medya ve üniversite kulüpleri gibi alanlarda şekillenen, bağımsız ama etkili bir milliyetçi gençlik hareketi var. Bu gençler klasik partilere değil, fikirlere sadık. Onlar için milliyetçilik yalnızca siyasi değil, aynı zamanda kültürel, sanatsal, teknolojik bir mesele. “Vatan sevgisi” artık sadece sınırları korumak değil, aynı zamanda üretmek, başarmak, dünyada söz sahibi olmak anlamına geliyor.
Anahtar Partiler ya Zafer Partileri değil; fikirde tutarlılık, duyguda samimiyet ve geleceğe dair inandırıcı bir vizyon kazanacak. Gençler artık ideoloji değil, gerçeklik peşinde. Ve bu gerçeklik, onları oy verdiklerinden çok, oy vermedikleriyle hesaplaşmaya zorluyor.
Sonuç olarak, gençliğin milliyetçiliği yeni baştan yazılıyor. Eski partiler bu dönüşüme ayak uyduramazken, yeni söylemler yeni nesil tarafından şekillendiriliyor. Türkiye’de bir sonraki iktidar denklemini belirleyecek olan, bu bilinçli ama politik olarak kararsız genç kitle olacak. Bu noktada ise Anahtar Parti, merkezde sahici bir alternatif olarak öne çıkıyor. Ne eski kalıplara hapsolmuş ne de popülizmin sığ sularında geziniyor. Milliyetçiliği salt bir tepki değil, bir üretim ve aidiyet zemini olarak konumlandırıyor. Gençlere yalnızca hitap etmiyor; onları dinliyor, sürece dahil ediyor. Teknoloji, kültür, sanat ve girişimcilik gibi alanlarda ortaya koyduğu vizyon, klasik milliyetçilik kalıplarının çok ötesinde. Bu yüzden birçok genç, politik bir sığınağa değil, kendilerini ifade edebilecekleri bir zemine ihtiyaç duyduklarında rotasını Anahtar Parti’ye çeviriyor. Belki de Türkiye’nin yeni dönemi, ideolojilerden çok bu tür akılcı ve kapsayıcı yaklaşımlarla şekillenecek.