Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, katıldığı televizyon programında gündeme ilişkin soruları yanıtlıyor.
Bakan Tunç'un açıklamalarından satır başları şöyle:
Demokratikleşme anlamında da temel halk özgürlüklerin alabildiğini genişlemesi ve özellikle eleştiri konusu yapılan hususları da birer birer ortadan kaldırdık. Kürtçe yasağı vardı, yani insanların kendi ana diliyle konuşabilmesi imkanlarını genişlettik, arttırdık, gerek mahkemelerde gerek cezaevlerinde kendi savunmasını yaparken ya da bir yakını ile görüşürken kendi diliyle konuşamıyordu insanlar. Bunlar hepsi mevzuatımızda değiştirilen, genişletilen hususlar olarak tarihe geçti. Bir siyasetçi kendi diliyle propaganda yapamazdı. Bölgesinde gittiği zaman bir kahvehanede toplantı yapacak, karşısındakiler kendi diliyle konuşulmasını isteyecektir. Yapamazdı. Bunların önü hep açıldı. Kürtçe televizyon, devlet televizyonu yayına girdi. Çok geride kalan tartışmalar. Ülkemiz yüksek standartlı bir demokrasi noktasında çok ilerlemeler sağladı Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde. 2005 yılındaki Diyarbakır konuşmasını hatırlıyoruz. Kürt sorunu olarak nitelendirilen sorunu şu son 22 yılda tüm dirençlere rağmen, birçok engellemelere rağmen, muhalefetin karşı gelmesine rağmen o sorunu ortadan kaldırdık.
"DEVLET GEREĞİNİ YAPAR"
Burada Sayın Bahçeli'nin grup konuşmasında gerçekleştirmiş olduğu konuşma sonrasında yeni bir çalışma başladı. Tabii üç kez İmralı'ya gittiler, DEM heyeti ve görüşmeler sağladılar. Üçüncü görüşmenin sonunda da terör örgütü elebaşının terör örgütüne yönelik açıklamasını kamuoyuyla paylaştılar. Hem Türkçe hem Kürtçe olarak paylaştılar ve açıklamayı gördük. Bu açıklamanın terör örgütü elebaşı tarafından kurucusu olduğu, terör örgütüne hitaben olduğu belli. Buradaki muhatap tamamen terör örgütü, silah bırakılması, tüm grupların silah bırakmasını içeriyor. Ve PKK'nın kendisini fesh etmesine yönelik terör örgütü elebaşının kendi örgütüne yönelik bir talebi, bir çağrısı. Tabii bu çağrının nasıl karşılık bulacağı, muhatabının bunu nasıl değerlendireceği elbette ki önümüzdeki süreçte gözlemlenecek bir husus. Burada terörsüz bir Türkiye diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devleti. Dolayısıyla hukuk devleti şiddeti kabul etmez ve gereğini yapar. Bunu başından beri bunu söylüyoruz. Terörü kabul etmez demokratik bir devlet. Talepler şiddet yoluyla istenmez demokratik bir devlet. Düşünce ve ifade özgürlüğü şiddeti içermez.
Anayasamızın 26. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10-11. maddeleri, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 19. maddesi, evrensel hukuk bunu içerir. Dolayısıyla şiddet hareketleri, terör bittiğinde ülkemiz kazanacaktır. Bu anlamda da eğer bu çağrıya terör örgütü kendi elebaşının çağrısına cevap vermezse, yine hukuk devleti içerisinde bu mücadele kararlılıkla sürecektir.
"HERHANGİ BİR PAZARLIK SÖZ KONUSU OLAMAZ"
Şehit ailelerimizi incitecek, onları üzecek, milletimizi rahatsız edecek hiçbir adım atılmaz. Burada muhatap, terör örgütü elebaşının muhatabı devlet değildir, terör örgütüdür. Bu çağrı devlete yapılmış bir çağrı değildir. Örgüte yapılmış bir çağrıdır. Örgüt, lider olarak kabul ettiği terör örgütü ele başına sözüne gider, silah bırakırsa zaten kendini fesh etmiş olur. Aksi takdirde yine bu ülkenin terörle mücadelesi kararlılıkla devam eder. Zaten bu noktada büyük bir başarı sağlandı. Tabii özellikle bunun karşılığında ne verildi, bu açıklamayı neden yaptılar şeklinde bir takım tereddütler, yorumlar yapılıyor. Burada herhangi bir pazarlık söz konusu olamaz. Bunun karşılığında devlet şunu yapacaktır şeklindeki bir yorum doğru olmaz.
Ayrıntılar geliyor...